Cuma, Nisan 01, 2005

Can Çelikutku : "Karga-şa!" [Daha önce Media Cat dergisinde yayınlandı]

[NOT : Bu dostumuzla yıllar önce bir toplantıda konuşmuşuz ve bana öyle dertler aktarmış ki, ‘yahu bunları ders diye okutayım derslerde…’ demişim. Yazdı ve hatırlattı. Bakın bakalım ne diyeceksiniz. (Ben mi ne diyorum ? Hmmurtu ! Kızgın kızgın Hmmurtu…)]

* * * * *

Bugün bir gözümüzü kaybetmişsek aslında kabahat bizde! Kargaya değer vermişiz, beslemişiz bir defa, atalarımızın kemikleri sızlamasın diye... Karga gak! demiş, buyrun efendim demişiz... Karga gak! gak! demiş, siz bilirsiniz efendim demişiz. Bugüne kadar neyle beslendiğine bakılırsa, aslında anlamakta bile gecikmişiz! Sözlüğe baksak hemen anlarmışız ya; karga (I) a.hayb. kargagillerden, geniş kanatlı, parlak kara tüylü, gagası kıvrık ve güçlü, çirkin sesli, tohumları yediği için tarla ve bahçelere zararlı bir kuş... Ve belki de en ilginç yanı; tam 200 yıl yaşıyor!

Sayın Mesci, ne demek bütün bunlar diye biraz kafanız karışmış olabilir. Ancak İzmir'de bir çok kargayı bugüne kadar
beslemiş ve halen de beslemeye devam eden, bilgili, becerikli, tecrübeli gözleri ve kalbi pırıl pırıl onlarca reklam ajansı, ajans yöneticisi ve çalışanı var. Şimdi lütfen aşağıda anlattığım yaşananları reklam sektörüne emek veren genç beyinler üzerinde yaratacağı etkiyi irdeleyerek yorumlamanızı rica ediyorum. "Reklamveren" demeye dilim varmıyor ama bu tür müşteriler için sektördeki tecrübenize dayanarak stratejik bir çözüm öneriniz var mı öğrenmek istiyorum.

Benim anlatacağım, uyanıklığı ile sabahları gerçekten hepimizden önce uyanan, gün boyunca da halt ettikleri ile yetinen ve bir gün, kendisine onca yıl verilen değeri ve değer verenleri hiçe sayacak kadar acımasız olabilen bir reklamvereni temsil ediyor.
5 yıla yakın reklam yazarı ve görsel yönetmen olarak çalıştığım bir reklam ajansında müşterimizdi zatı şahaneleri! Zatı şahaneleri diyorum çünkü firma kişiliğinde bir "tek adam" ile ilgili anlatacaklarım. Ve neredeyse ajans tarafından 20 yıldır tanınan, emekleme döneminden o malum güne kadar büyük emek verilerek ve zorluklara göğüs gerilerek, ekonomik kaygılar ile karşısında olmayacak şeylere bile boyun bükülerek, herşeyden önce de saygı duyularak işleri en doğru şekilde yapılmaya çalışılan bir reklamveren idi.
Ne olduysa oldu -para, İstanbul sevdası ya da ben oldum hali- reklamverende, reklamı ve reklamcıyı hor görme durumu hasıl oldu. İstanbul'lu reklamcılar da bak şu İzmirli'ye diyerek hiç kızmasınlar bu sözlerime çünkü karganın "gak'ı" onları da vurdu!
Yeni bir marka ürettiğinde lansmanını yapan, basınla ilan bedeli pazarlıklarında ömrünü çürüten, fikir üzerine fikir üreten ve tüm tasarımlarını alternatifli sunan İzmir'li reklam ajansı unutuldu, "bir İstanbul masalı" övgüyle anlatılmaya başlandı.
Oysa "Kurumsal Kimliğin Ne Demek Olduğunu" ilk İzmirli ajanslardan duymuşlardı...

Tam bu sırada karga karga gak dedi çık şu dala bak dedi durumuna düşen ve ne yazıkki işin içinden yetişmiş olmasına rağmen konuşmasına bile izin verilmeyen firmanın reklam ve halkla ilişkiler sorumlusu olan kişi, İzmir ve İstanbul arasında iki ara bir dere durumuna düşürüldü..

Reklamveren patron, yeni ufuklar için diretince profesyonelliğin gereğinden yola çıkarak İstanbul'lu beş büyük reklam ajansını İzmir'e getiren sorumlu, bir ilki gerçekleştirerek, açtığı konkurla karga-şaya bir son vermek istedi. Buraya kadar herşey etik görünüyordu. Reklamveren İstanbul'lu ajansların konkur üretlerini bile ödeyeceğini vaadetmiş, İzmir'li reklam ajansı çoktan unutulmuş, Manajans, BBDO Grup, Güzel Sanatlar, İlancılık, Marka gibi ajanslar brief toplantılarını yapıp, raporlarını ve hatta fikirlerini, tasarımlarını hazırlayarak sunmuşlardı.

Ve bir sabah ve yine erken saatlerde ne olduysa olmuş, demokrasi darbeyle sarsılmıştı! Reklamverenin ahbap çavuş ilişkisi devreye girmiş, Reklamverenin yanında çalışan Pazarlama Gak'ının İstanbul'daki Guk'u olan, "bir ajans" aniden ortaya çıkmış ve konkura dahil olmamasına rağmen işi hemen alıvermişti. Orada da zamanla işler karga ile tilkinin hikayesine dönmüş, iş bu ajansa da yar olmamış, firmanın reklam ve halkla ilişkiler sorumlusunun işine son verilmiş ve gagalak, gugalak şu son döneme gelinmişti. Son iki üç ay içinde yaratıcılık fakiri ve medya planlaması öksüzü bir reklam filmi döndü televizyon kanallarında. Bambaşka bir reklam ajansı ve aynı reklamveren! Pencerecinin biri diyor ve dedirtiyor ki; "Reklamcında iş yok senin... O da biraz gayrete gelsin canım..." Ürüne verilen yıldızlı 10’da cabası!

Yapılan, yapılmayan, yapılamayan, önerilen, kabul görmeyen her şeyi unutalım da bu söylemi ve üslubu kabul eden zihniyete ve bizlerle aynı sektörü paylaşarak uygulayanlara ne demeli onu düşünelim. Cünkü yaz günü bile olsa; karşılıklı iki pencere açık kaldı mı, cereyan yapar, çarpar, hasta eder insanı!

Benim sözüm; yukarıdaki söylemlerin arkasında durarak, yıllarca firmasına ve markalarına hizmet verenleri büyük hayal kırıklığına uğratmış olanlara; unutmayın; bir gözümüz hala görüyor, olup bitenleri...

Ve yine unutmayın ki; her kanat bir özgürlüğe işaret değildir ! Yıllardır güvercine yüklenen barış sorumluluğu gibi...
Okuduğunuz için teşekkür eder, saygılarımı sunarım.

Can Çelikutku