Salı, Ağustos 16, 2005

Hmm ! Alternatifler çoğalıyor...


Kimsenin pek bir şey yazdığı yok. 'Ya dert tasa kalmadı, ne hoş, ya alternatif bir dert babası buldular' diyordum kendi kendime ki 16 Ağustos 2005 Salı tarihli Milliyet'te bu ilanı gördüm !

Çarşamba, Ağustos 10, 2005

Rumuz '155' : "Tecrübeli 'abiler' çok hızlı para sayabiliyor."

Kariyerine henüz başlamış (sadece 9 ay) bir yazarım (ya da adayıyım). Şu an güzide bir ajansta junior olarak çalışıyorum. Geçmişim biraz karanlık :)...ve yarın da çok parlak görünmüyor. Çünkü daha görecek ve öğrenecek çok şey var. Gösterebilen, öğretebilen yok !

Beraber çalıştığım insanların altyapı eksikliklerinden, sektörde geçirdikleri bu kadar zamana rağmen henüz kendi manzaralarına sahip olamayışlarından, oksijen girmesin diye kapadıkları pencerelerinden, her tür ışığa karşı örttükleri perdelerinden, tozlanmış kitaplıklarından, sektör değiştirme ve köfteci açma hayallerinden, iq'larından, eq'larından, başıboşluklarından, boşlukla dolu beyinlerinden, korkaklıklarından, yalanlarından, oyunlarından, sözde yaratıcılıklarından, düşük rakımlı hayal mahsüllerinden ve tabiki müşteri çelişkilerinden çok ama çok sıkıldım hocam.

Şimdiye kadar herşeyi kendim idare ettim, öğrendim. Ama artık yetmiyor. Yaşça büyük, hesapta tecrübeli "abiler" var ajansta (çok hızlı para sayabiliyorlar). Ama inanın hiçbirine "Abi" demek gelmiyor içimden. Ben öğrenmek istiyorum. Sevdiğim, saygı duyduğum büyüklerimin, ustalarımın paçasına yapışmak ve öğrenebilecegim herşeyi öğrenmek, tum bilgilerini, görgülerini, tecrübelerini sömürmek istiyorum.

Gitmek istiyorum bu ajanstan! Malum hocam, hazıra dağ dayanmıyor. Üzerine eklemeden, geliştirmeden, kendini değiştirmeden olmuyor. Her şeyden önce bu reklamın doğasına aykırı. Sizce bu çocuk ne yapmalı?


* * * * * * * *

Hmm ve de hmmm ! Déjà vu, déja vécu... Bu söylem feci tanıdık geliyor, neden acaba ??

Bakalım metninizde geçen kilit sözcüklere ve kavramlara : Kariyer, jr, yarın çok parlak değil, öğrenecek çok şey var, gösterebilen-öğretebilen yok, insanların altyapı eksikliği, kendi manzarasına sahip olamama, oksijensizlik, ışığa örtülü perdeler, tozlanmış kitaplıklar, sektör değiştirme/köfteci açma, boşluklu beyinler, korkaklıklar, yalanlar, oyunlar, sözde yaratıcılıklar, müşteri çelişkilerinden sıkılma...

[Ara not : ‘Tabiki’ diye yazmıyoruz, ‘tabii ki‘ diye yazıyoruz. İki yerde ‘herşey’, bir yerde ‘her şey’ yazmışsın, bunu da mı gösteren öğretebilen yok 155 ? Sana, her gün, yazılardan önce ve sonra, aç veya tok karına, Yazım Kılavuzu (ki bazı abiler İmla Kılavuzu da derler) veriyorum; kariyerinin sonuna kadar kullanacaksın- HM]

Yaşça büyük, tecrübeli, hızlı para sayabilen abiler, [oysa] ben öğrenmek istiyorum; büyüklerin bilgilerini, görgülerini, tecrübelerini sömürmek istiyorum, gitmek istiyorum bu ajanstan...

1. ‘Kendim idare ettim, kendim öğrendim’ ne demek ? Kimse bir şey öğretmedi, benimle ilgilenmedi mi ? Önüne konan işi çalıştığında götürdüğün kişi yazdıklarını şıp diye kabul mü etti ? Hiç mi yapıcı, öğretici eleştiri yapmadı ? Yoksa, yaptı da, görüşleri seninkiyle örtüşmedi diye mi mutsuzluğun ?

2. Fark etmeden bir şeyler öğrenmiş olmayasın ? Çalışmaya başladığın zaman, öğrenim biter, eğitim başlar : İşi yapa yapa, iş yaptırıla yaptırıla öğrenmeye devam eder kişi. Toplantılara kattılarsa seni, söylenenlerden, kırıntı bile olsa dersler çıkarmadın mı ? Okulda öğretilenleri uygulamaya çalışmadın mı ? Ben bu yaşta ve deneyimsizlikte onlardan daha iyi biliyorum bazı şeyleri diyorsan, bkz taa aşağıdaki tavsiyeler...
[Bu arada, Hollywood babalarından biri ‘nobody knows anything’ demiş. Yani, kimsenin bir şey bildiği yok.- HM]

3. Yoksa, ‘bir şeyler öğrendim ama yetmiyor’ mu diyorsun ? Yetmediği şey ne ? Daha iyi reklam yazarı, reklamcı olmak için bagaj mı ? Alkış alan işleri en az yardımla yapıp çıkabilmek mi ?

4. ‘Kariyer’ demişsin, daha yukarılara çıkmak için, iş teklifleri almak, maaşı yükseltmek için gereken ünü yapmaya mı yetmiyor yoksa halen bulunduğun pozisyon ??

Öte yandan, diyelim ki gerçekten de, yakındığın gibi kötü bir yerdesin. Bu durumda olanların neler yapabileceğine dair basit birkaç öneriyi, bu sayfada daha önce, Kısır Döngü rumuzlu mesaja ve Selçuk Aydemir’in mesajına cevaben yazdım. Onlara da bakmanı rica ederim. Ayrıca, yazan diğer kişilerin dertlerini de incelersen ortak yanlar göreceksin. Lütfen kendini geliştirmeye devam et.

Haluk Mesci

Salı, Ağustos 09, 2005

Rumuz 'Kısır döngü' : "Ruhsuz kağıt parçaları görüyorum."

Reklamcılık eğitimi konusunda başarılı sayılan bir üniversiteden mezunum. Yaklaşık 9 aydır reklam sektöründeyim.

İşe başladığım ajansın o zamanlar hem bir takım teknik işleri halledecek bir ara elemana, hem de bir yazara ihtiyacı vardı. Bunun sektöre girmek için bir şans olduğunu düşünerek, bu teknik işlerden de sorumlu olmak kaydıyla üzerinde "metin yazarı" yazan bir kartvizit edindim :)

Ajans, kısa süre içinde benim de hatırı sayılır çabalarımla epey büyüdü. Zaman içinde, artan iş yükünü kaldıramayacağımı, sürekli mesaiye kalmak zorunda olduğumu ve çok yıprandığımı gören işverenlerim bir yazar daha aldılar. Fakat ben, ajansın gelir kaleminde önemli bir yer tutan teknik işlerle boğuştuğum için burada olmamın asıl sebebi olan yaratım sürecinin yavaş yavaş dışında kaldım.

Hem içine düştüğüm bu kısır döngüyü kırmak ve kelimenin tam anlamıyla reklam yazarlığı yapmak, hem de bu işe olan tutkumu bir de çizgi üstü ajansların stresli ortamında test etmek için iş aramaya başladım.

Ancak portfolyoma baktığımda içimi bir umutsuzluk kaplıyor. Elimde klasörler dolusu iş olmasa da iyi markalarla çalışmış olduğumu; ama çoğu küçük ajans gibi müşterinin kölesi olduğumuz için ortaya attığım tüm parlak fikirlerin revizyonlarla kuşa çevrildiği ruhsuz kağıt parçaları görüyorum.

Sizce kendimi göstermek ve potansiyel işverenlerime iyi bir reklam yazarı olabileceğimi göstermek için neler yapmalıyım ?

* * * * * *

Hmm ! ‘Teknik işlerden de sorumlu olmak’ ne demek, neyi kapsıyor ve yanı sıra ‘metin yazarlığı nasıl yapılıyor anladığımdan emin değilim. 'İşe gireyim de...' kabullenmişliği idiyse, yazık.

Madem elinizdekilerin ‘ruhsuz’ olduğunu düşünüyorsunuz, onları yakın ! (Hayır, yakmayın, saklayın : İleride bakar, ne kadar ilerlediğinizi görürsünüz.) Yerlerine, Selçuk Aydemir’e verdiğim cevapta önerdiğim yoldan, başka türlü şeyler hazırlayın. Ajansın büyümesine yol açan katkılarınızın neler olduğuna da yer verin. Ve size bir şans vermelerini, isterlerse kurmaca bir iş verip yaklaşımınızı ve işçiliğinizi görmelerini önerin.

Ve ümidinizi kesmeyin. Kul sıkışmayınca, Hızır yetişmez. İletişimi de sürdürün. (Ve, isterseniz, bana bir CV yollayın.)

Haluk Mesci

Rumuz 'Dogma 95' : "Halk böyle istiyormuş..."

Uzun süredir reklam arşivlerini inceliyorum. Özellikle Kuzey Avrupa kökenli reklamlarındaki "doğallık" beni çok şaşırtıyor..

Türkiye’de çekilen "bütün" reklamlar, rengarenk.. Sarı, yeşil, mor, kırmızı adeta gözümüze sokuluyor. Oyuncular buram buram kast kokuyor. Neredeyse hiçbir reklam filmi sesli çekilmiyor. Reklam filminde sabah kalkmış birini görüyoruz, son derece şık ve makyajlı ! Renkli filme geçen Türk sinemasının ilk dönemlerine benzer aşırı bir zevksizlik ve yapaylık bütün filmlerde görülüyor.

Bu zevksizliğe karşın; yaratıcılıklarına hayran olduğumuz, “Avrupa” reklamları ise düşük bir bütçeyle çekilmiş imajı veren son derece “doğal” çalışmalar ortaya koyuyorlar...

Büyük bir reklam ajansının yöneticisiyle bu sorunu tartışma şansını yakaladım. Neden böyle işler yapıyoruz sorusunun cevabı “Aslında biz de o tip çekimler yapmak istiyoruz ancak halk böyle istiyor” oldu. (Halk, her şeyi en güzel haliyle görmek istiyormuş..) Kötü adamın müşteri olduğunu düşürken, halkın çıkması beni oldukça şaşırttı.

Yani bu bir kültür meselesi mi ? Toplum olarak henüz hazır değil miyiz bu tip işlere ? Ya da bu biçimsel değil tamamen “içeriği” ilgilendiren bir sorun mu?


* * * * * *

Hmm ! Kuzey Avrupa ülkelerinin reklamlarından başlayayım isterseniz : Benim bildiğim kadarıyla, genel olarak, öldürücü olmayan bütçelerle çalışıyor Kuzeyli reklamcılar. Nüfus vs, sanırım, ekonomilerinin gücüne rağmen böyle bir olgu çıkarmış ortaya. Biraz da bu nedenle, hep sade, hep basit yoldan güzel ve ekonomik yapımlar ortaya koyar olmuşlar; bu da bir ulusal tarz haline gelmiş. Ancak, genel olarak kültürlü ve gelişmiş zevklere sahip toplumlar olduklarını, tasarım ve estetik yanlarının güçlü olduğu, bütün bunların da reklamlarına yansıdığı gerçeğini göz ardı edemeyiz.

Bizim reklamlara gelince, fazlaca genelleme yaptığınızı düşünmekle birlikte, zevksiz ve özensiz işlerimizin çok olduğunu da üzülerek kabul ediyorum. ‘Allı güllü’ reklamlar, masaüstü ve/veya flash ile kotarılan, gelgeç, kullan at, ucuz-ve-kirli, markaya getireceği zarar düşünülmeden günlük satışı kurtarmaya çalışan şeyler. Okan Bayülgen’in Herkes Bunu Konuşuyor programında söylemeye çalıştığım gibi, baş sorumlusu, ekonomi belki de : Günü kurtarmak ve nakit akışını sağlamak zorundaki işletmeler bunun için o allı güllü kolaycı zevksizlikleri üretiyorlar. Kanamalı hastanın önce kanamasını durdurmaya çalışan acil servis yaklaşımı... Yoksa, iyi filmler yapan, her ayrıntıya dikkat eden, bir dostumun söyleyişiyle 'insanı biraz daha insan yapan' reklamlar çıkaran ajanslarımız, yapımevlerimiz, yönetmenlerimiz de var haklarını yemeyelim.

“Biz de öyle filmler yapmak istiyoruz ama...” diyen reklamcının gerçekten ‘büyük’ bir reklam ajansının sahibi olduğunu düşünüyor musunuz ? Benim bildiğim hiçbir aklı başında reklamcı suçu halka atmaz ! Müşteri dese, ki siz de öyle diyecek sanmışsınız, belki şaşırmazdık. Ama halk ?! Halk güzel şeyin değerini kendince biliyor. Takdir ediyor. Bir dönem, ‘halk bunu anlamaz’ önyargısı vardı ve genelde, ‘ben bunu anlamadım’ deme yürekliliğini gösteremeyenlerin sığındığı bir savdı. Ekonominin ve reklamcılığın, insanlarımızın geldiği düzey hiç yabana atılır bir düzey değil. Ha, ne var, halk gerçekten de ‘anlamsız’ şeyleri doğaldır ki anlamıyor ! Pek de güzel yapıyor. (Görüştüğünüz reklamcı belki de 'daha iyisini yapamıyoruz, elimizden bu geliyor' demek dürüstlüğünü gösteremediği için öyle demiştir !)

Halkın 'her şeyi güzel görmek istediği', gerçekse, saygı duymak gerek : Yıllardır, gerek hayatta gerek medyada, o kadar kötü şeylere hedef oldular ki, zahiren de olsa biraz güzellik aramaları anlaşılabilir bir şey. Bu isteklerini de, 'sabah kalkmış rolündeki oyuncu bile suare makyajında görünsün istiyorlar' diye yorumlamak nasıl mümkün olur ?

Benim her zaman inandığım şey, ekonomimiz yeterince uzun süre iyiye gider ve kuruluşlar sürdürülebilir bir reel gelir artışı elde ederse, reklamda ve iş hayatında alabilecekleri yaratıcı riskler artabilir. Aile şirketlerindeki yeni nesil yöneticiler veya yönetimin profesyonellere geçmesi de buna bir başka katkı sağlayacaktır.

Önemli bir eksik, burada ve her yerde yazıp duruyoruz, reklamcılığa düzgün eğitim görmüş yeni insan gücünün getireceği boyut ve soluk... Ona da, sizin konuştuğunuz türden ‘büyük’ ajans sahiplerinin ne kadar katkıda bulunduğu tartışma götürür.

Haluk Mesci

Selçuk Aydemir sormuş : "Çırpındıkça batacak mıyım ?"

Her şey güzel başlamıştı benim için. İstediğim bölüm olan iletişim fakültesini kazanmıştım. Artık istediğim mesleği yapamam için gereken eğitimimi alacak ve hayallerime ulaşabilecektim. Okul hayatı çok güzel geçiyordu. Öğrendiklerim Allah vergisi olan yeteneğimi daha doğru olarak kullanmamda bana yardımcı oluyordu. Ayrıca ben gibi arkadaşlarla tanışmanın verdiği bir mutluluk kaplıyordu her yanımı.

3. sınıfa gelince beklediğim yarışmalar gelip çatmıştı önüme. Türkiye genelinde üniversiteler arasında düzenlenen yarışmalar katılıyordum. Artık yaratıcılığımı başka beyinlerle yarıştıracaktım. Arkadaşlarımızla kurduğumuz grup uykusuz geçirdiğimiz geceler sonrasında 3.’lük ödülü almaya hak kazanmıştı. Ardından başka bir yarışmada yoğun çalışmalarımız sonucunda teşekkür belgesi almıştık. Gerçi nasıl oldu bilmiyorum ama grubumuzun yaptığı çalışmanın hemen hemen aynısı shortlist’e kalmıştı. Bu açıdan kendimizi başarılı bulmuştum. Zira bizim çalışmamız karşımızda duruyordu zaten...

Ardından okul bitti. İş bulma stresi başladı. Ama ajans kapıları bir türlü açılmıyordu nedense. Görüşmeye gittiğim bir iki ajansta yaşadığım ilgisizlik, aşağılamalar beni derinden yaraladı. Aslında ben onların önüne çırak olmak için gitmiştim. Çünkü inanıyorum ki iyi bir reklamcı olmak için iyi bir ustanın yanında pişmek gerek. Her şeyimle teslim olmak istiyordum. Ama nafile. Karşımdakiler ben bunu söylemeden anlaşılmaz bir tavır sergiliyorlardı bana karşı. Hata bende mi diye düşündüm ama bir zat-ı muhterem benim cv’mi beğenmediğimi söyleyince yıkıldım. Zira o kişi beni o cv’den görerek iş görüşmesine çağırmıştı. Yani bulabildiği tek kusur, elinde tuttuğu ve beğenerek onlarca kişi arasından sıyrılmamı sağlayan özgeçmişimdi.

Bu tür insanlarla karşılaşmak beni biraz küstürdü. Belki de bu hayatımın en büyük yanlışıydı, ama belki de en büyük doğrusu. Ardından aldığım ani kararla askere gittim ve görevimi tamamlar tamamlamaz bir bankada halkla ilişkiler uzmanı olarak işe başladım. Ama aklımi kalbim hala reklamcılıkta. Hala reklamla ilgili ne kadar site varsa, reklamla ilgili ne kadar dergi varsa ve de nerede reklamla ilgili bir tartışma varsa ben oradayım.

Bunca şeyden sonra yüreğim sızlayarak şunu öğrenmek istiyorum. Neden gençlere fırsat vermekte bu kadar katı davranılıyor. Her firsatta sektörün gelişimi için yeni beyinlere ihtiyacı olduğunu söyleyenler, neden bu beyinleri toprağın altına gömmek için birbirleriyle yarışıyorlar? Bir genç yaratıcı kendisini pişirecek bir usta bulmak için neden bu kadar çabalamak zorunda kalıyor? Ve o ustalar kendisine teslim olmuş, para pul istemeyen, sadece bilgi isteyen gençleri neden sahiplenmiyorlar?

Bize anlatılan o dönemlerde yaşamayı çok isterdim Haluk Bey. Bizi odalara kapatacak, reklamcılağa başlamak için önce yazmayı öğretecek, önümüze attığı kitaplarla bizim gelişimimizi sağlayacak, usta olmanın yanında iyi bir dost olacak ustalar yok mu artık ? Artık reklamcılık bu dönemleri kapattı mı yoksa ?


* * * * * *

Hmm ! Yine aynı senaryo, yine aynı kötü adamlar, yine aynı son... Üniversiteden umutlarla, ideallerle mezun olan bir genç insan, DEİG-İGDE travmasına maruz kalır : Deneyim Edinemedikçe İşe Giremezsin, İşe Giremedikçe Deneyim Edinemezsin.

‘Yaratıcılık, ileri fikirlilik, evrensel düzeyde kalite’ teranelerinden geçilmeyen reklam sektörünün kastırık ibrikçileri, geleni geçeni geçirmezler. Kimseye el vermezler. Aslında verecek elleri de yoktur ya, neyse. Mesleği sanki mezarlara götüreceklerdir. Hem onlardan iyisi yoktur, kimseyi beğenmezler, işe filan almaya tenezzül etmezler. Zaten kendilerine şans mans da verilmemiştir zamanında : Kendi kendilerine, öz yetenekleriyle allame olmuşlardır, burunlarından kıl aldırmazlar. (Burunlarına kendi parmaklarını köküne kadar sokmayı tercih ederler.) Lütfedip birilerini denemeye kerhen razı olurlarsa, çok çok, anayasaya ve insan haklarına aykırı ‘angarya’ yaptırma tanımına girecek biçimde çalıştırırlar insanları. Uzun süreyle, staj adı altında, parasız, yemeksiz, saygısız...

Ne yapmalıdır bu gençler ? Yapabilecekleri bir şey var mıdır ?

Var demek istiyorum bütün kalbimle. Herkesin kastırık herkesin ibrikçi olduğuna inanmak istemiyorum ! Hiç değilse bir yerlerde, sayıları az da olsa, benim bildiğim usûl yürekli, birilerine yardım etmek için bir şeyler beklemeyen; gençlere, gerçek bir ustanın, bir ablanın – ağabeyin yapabileceği gibi içten ve dürüst davranan birilerinin olduğunu ummak istiyorum. Böyle tanıdıklarım var. Onlarla, genç insanların gerçekten ilkeli ve yetenekli olanlarını, okuyan-düşünen-tartışan-araştıranlarını, elimden geldiğince tanıştırmaya, bir araya getirmeye çalışıyorum. Böyle bir grup gençle, kapalı devre, dönemsel buluşmalar düzenliyoruz ve bir ustayı davet ediyoruz. Ustayı dinlemelerini, onunla tartışmalarını sağlıyoruz. Biliyorum, zor ve perakende bir yöntem ama, örgütleniyoruz. Belli bir duruşla iş yapanların, yapmaya çalışanların ve onlara ilkeli çalışma ortamları sağlamak konusunda dürüst olan ustaların-deneyimlilerin-kurumların birbiriyle önce iletişim sonra dayanışma içinde olmasını usuldan da olsa başaracağımızın güzel örnekleri var. Giderek, bu grubun böyle üyelerinin çoğalması ve biribiriyle ‘ahilik’ ilişkileri içinde yükselmesini el birliğiyle göreceğiz.

‘Çırpındıkça batacak mıyım ?’ rumuzuyla yazan kardeşimizin özel durumuna dair bir iki şey : Bankacılığı bırakıp yaratıcı bölümde başarıyla çalışmaya başlayan en az iki kişi tanıdım. Sizin de, inatla, imanla, azimle, saygınlığınıza uygun bir tutarlılık içinde, başvurular yapmaya devam etmenizi öneririm. Kendinize, sizi ve düşüncelerinizi anlatacak bir tür porfolyo hazırlayın dikkatle : Reklam anlayışınızı, güncel reklamlar konusunda görüşlerinizi, bu sektörde ne yapmak istediğinizi ve bunu gibi şeyleri titizlikle ortaya koyan yazılar, analizler, notlar, raporlar üretin. Başvurularınızda, sizi gerçekten dinleyebileceklere, bunları gösterin ve yardım isteyin. Bir yerlerdeki az sayıda aydın kafa, usta, sizi görecektir.
Yüreğini, ocağını size açacaktır.

Herkes kötü olamaz. İyiler vardır, var olmaya devam edecektir.

Haluk Mesci

Cumartesi, Ağustos 06, 2005

Rumuz 'buraKargın' : "Sayılı reklamcılar arasına girmek..."

kendimi henüz kabuğu yeni soyulan ya da soyulmaya yüz tutmuş bir reklamcı olarak görüyorum...

aslında en çok reklam yazarı olmak istiyorum..ama reklamcılık dünyasında kendimi bir şekilde bulacağıma eminim..kendimi zaten bu yönde sürekli geliştirmeye çalışıyorum..

neden kabuğu yeni soyulan bir aday dedim..açıklayayım..şu an galatasaray üniversitesi işletme bölümü öğrencisiyim..2 yıl hazırlık ve 1 yıl bölüm eğitiminin ardından bu sene inşallah ikinci seneyi okuyacağım ve kendimi geliştirmek için strese daha az gireceğim 3 senem var önümde..en azından ben öyle düşünüyorum..

işletme eğitiminde pazarı iyice öğrenmeyi amaçlıyorum.piyasadaki ürünlerin özelliklerini, şirketlerin stratejilerini didik didik ediyorum..çeşitli ekonomi dergilerinden faydalanıyorum.

şu an için reklam dergileri çok pahalı geliyor..sanırım medicatin dergisi 12 milyon.ama yakında ona da abone olacağım.. reklam sevdam küçüklükten beri vardı ama asıl depreşme 'kadınlar ne ister?' filmindeki mel gibson'ın rolünü gördüğümde oldu..ardından gag ve ali atıf birin programlarını takip etmeye başladım..şu an ise sürekli tespit yapıyorum..çevremi gözlüyorum..devamlı yazıyorum her konuda..not alıyorum..insan davranışlarını grupluyorum..sürekli yolculuklarda bulunuyorum..billboardları, dergileri, tvyi, sinemayı, gazeteleri takip ediyorum..reklam yazarlarına da üyeyim..yazılarınızı ve diğer reklamcıların yazılarını okuyorum..arada bir yazıyorum da..ama sizlerin deneyimleri yanında susmayı tercih ediyorum..

internetten birkaç yarışmaya katıldım..hatta ankara üninin cin fikir yarışmasının birini kazandım..yıl içinde yine katılmaya devam edeceğim..bu yaz staj yapacaktım..uygun bişey bulamadım..yorum ajansta arşiv bölümünde buldum ama onu da ben istemedim..ben creative bölümünde kendimi göstermek istiyordum..yani işi öğrenmek benim amacım..cv doldurmak
değildi..bunun dışında ev arkadaşımla karikatür dergisi çıkartıyoruz..

harıl harıl gözlemliyor ve yazıyorum sürekli..geçen sene ikinci dönemde ayda bir defa olmak üzere 3 tane çıkardık..adı
moron..katıklı mizah dergisi..çizmeye de başladım..reklam da aldım dergiye..pazarlama işine girdim.. dağıtım yaptım..çizdim..eğlendim..bir dergi işinde bu kadar şey edindim..ve iki kişiyle başlamıştık..6 kişiye ulaştık şu an..sayfa sayısını çoğalttık..herşeyiyle ben ilgileniyorum..7 ünide birden satmaya çalışıyoruz..ayrıca işletme
klübünün dergisi olan perspective'de de hem yazıyorum hem de 1 tane karikatür çiziyorum.. tabi o komik olmasından daha çok iğneleyici oluyor..

bunların dışında reklamcılığın duayenlerinin kitaplarını okuyorum..sizin hayatınızı da okudum..en çok etkilendiklerim arasında eli acıman bey,ersin salman bey ve siz varsınız..

bi de yeni reklamcılar olan serdar erener bey,ali tara bey ve yeni yeni emrah yücel bey var..

bütün bunları sürekli kendimi geliştirmek için ve ilerde sevdiğim işi yapmak için yapıyorum..ve oldukça umutluyum da...
seneye yazın reklam okulunda bir kursa gitmek, bulabilirsem iki tane staj yapmak ve çeşitli logo, lansman ve reklam fikirleri
yarışmalarına katılmak gibi amaçlarım var...

bütün bunları niye anlattım bilmiyorum..ama sitede yazılanları çok samimi buldum ve gelişigüzel yazdım..daha ne yapmalıyım da sayılı reklamcılar arasına girip başarılı birisi olabileyim..? yani herkesin reklamcı olmayı düşlediği çağımızda 6 yıılık bir üniversiteden mezun olup reklamcı olmayı istemek acaba garip birşey mi..? önerilerinizi bekliyorum..sizi takip etmeye devam edeceğim...başarılar efendim...


************


Hmm ! Ne kadar zor okunan bir yazı bu böyle ! Cümle sonlarına iki noktayla bitirdiğin gibi, araya da boşluk koymamışsın. Virgüllerden sonra da boşluk yok ! Bütün mesaj tek cümle ! Okunabilir hale gelsin diye mesajını belirli yerlerden paragrafladım.

1. Yazar olmayı düşünüyorsan, önce yazı yazmanın yöntemlerini, yazım kurallarını hatırlamalı ve kullanmalısın. Cümle sonlarına tek nokta koymalı, ardından boşluk bırakmalısın. Yeni cümleye büyük harfle başlamalısın. Bazı şeylerin sayısını belirtirken (örneğin, 1 tane karikatür, 3 tane çıkardık, 2 tane staj vb) gereksiz yere ‘tane’ kullanmak, özensiz yazdığını gösteriyor, aman dikkat. ( Cevaba sert bir başlangıç oldu sanki ama, dost acı söyler diye bir lafı var atalarımızın...)

2. Hiperaktif veya aşırı enerji yüklü bir hal seziliyor anlattıklarından. Gençlik işte. Gençken yapmayacaksın da ne zaman yapacaksın ! Ama, bu kadar çok tarakta bez iyi değil, hem kafa karıştırır hem yaptıklarının hiç birini tam ilerletemeyebilirsin : Ne yapmak, ne olmak istediğine adam gibi karar verip, sonrasını buna yarar sağlayacak biçimde planlaman iyi olur. En çok yazar olmak istiyorum diyorsun, çizmeye de başladım, logo yarışmalarına katılmak fikrim var diyorsun, karikatür dergisi çıkarıyorum, pazarlama yapıyorum diyorsun... Çizer olmak istiyorsan, bu işin de eğitimi var, üniversitende grafik eğitimi dersleri varsa, en azından oradan dersler almaya bak. Reklamcı olmak niyetin ağırlık kazanmaya devam edecekse, pazarlama ve iletişim dersleri almaya, yanı sıra okulun diğer bölümlerinden Media Studies, filmcilik, gazetecilik, metin yazarlığı dersleri de almaya bak.

3. Reklamcılık Vakfının Reklam Yazokuluna gitmek çok iyi fikir, mutlaka gidilmeli.

4. Dergiler pahalı diyorsun, okulun kütüphanesine gelmiyor mu ? Gelmiyorsa, istek yaptırın. Hem Media Cat yayınları pek çok üniversitede indirimli satılıyor. Sizde yok mu ? Media Cat ile temas kurun. Reklamcılık Vakfının İstiklal Caddesindeki kütüphanesinden yararlanmaya çalışın. Bir sürü reklamcılık kitabı var, gidin, okuyun.

5. Başta reklamlar olmak üzere, gözlemler yapmak, notlar çıkarmak, düşünceleri unutmadan bir kenara yazmak iyi alışkanlık. Hayat boyu işe yarar, devam ! Reklam Yazarlarının Ortak Defteri, elma+alt+shift gibi blogları, reklampark ve reklamlar.tv, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesinin İletişim Atölyesi gibi web sayfalarını izle, çok şey ögrenebilirsin.

6. Saydığınız reklamcılardan Ali Tara derken Ali Taran demek istiyorsun : Ali Tara, rahmetli, filmciydi. Ali Taran ise hayatta ve başarılı bir reklamcı. Emrah Yücel reklamcı değil, grafik tasarımcı ve ABD’de yaşıyor.

7. Media Cat yayınları arasında çıkan Bir Koca Hayat (Reklamcılıkta), efsane kadın reklamcı Mary Wells Lawrence’in hayat hikayesi ve bir döneme ve mesleğe ışık tutan önemli bir reklamcılık kitabı. Mutlaka oku.

8. Başarılı bir reklamcı olmayı istemek, doğru bir başlangıç ve yerinde bir istek. Ancak, arkasını da doğru getirmek gerek.

Başarılar dilerim.
Haluk Mesci

Cuma, Ağustos 05, 2005

Rumuz : Zeyrup "Küçük bir ajanstaki tek yazarım, gelişme için ne önerirsiniz ?"

6 aydır küçük bir ajansta reklam yazarlığı yapıyorum. Reklam yazarlığının, reklam ajansı işleyişinin ve reklamcılığın ne olduğunu öğrenmeye çalışıyorum. Genel müşteri profili daha çok çizgi altı denilen gruba giriyor, çizgi üstü işler yapılan müşterilerimiz ve katılınılan konkurlar için hazırlanan her kampanya ve basın ilanını ben ve sanat yönetmeni birlikte hazırlıyoruz.

Çalıştığım sanat yönetmeni çok uzun zamandır sektörün içinde olan biri ve bu güne kadar kendisinden çok şey öğrendim. Ajansın küçük olması ve çok müşteriye sahip olmamasından dolayı benim dışımda bir reklam yazarı yok. Çıraklık dönemim olan bu zaman diliminde deneyimli bir reklam yazarının ustalığından yoksunum fakat birlikte çalıştığım sanat yönetmeninin
deneyimlerinden her zaman faydalanabiliyorum.

Ajans kütüphanesinde yer alan kaynaklardan (USADREVIEW, Lürzer's Archive, Mediacat kitapları) ve İnternet üzerinde kimi siteleri takip ederek kendimi geliştirmeye çalışıyorum. Bu mesleğe devam etmek istiyorum. Şu ana kadar yaptığım işlerden aldığım yorumlar hep olumlu, satış rakamları açısından bakılınca da geri dönüşler oldukça yüksek ve en önemlisi reklam yazarlığından çok keyif alıyorum. Doğru sektörde ve doğru meslekte olduğumu düşünüyorum. Ancak her iş yapmadan, bilgisayar başında boşa geçen günü mesleki geleceğim adına bir kayıp olarak görmekteyim. Bu dönemi daha verimli kılabilmek için bana ne gibi önerilerde bulunabilirsiniz. Piyasadaki kitaplar içerisinde ya da İngilizce ve
Almanca yayınlarda mutlaka okunulması gerekenlerden önerileriniz hangileri olur ?


*******

Hmm ! Küçük bir ajansta, hiç değilse deneyimli bir sanat yönetmeniyle birlikte, çırak mırak ama TEK reklam yazarı olarak çalışmanın büyük bir şans olduğunu hemen söyleyeyim ! Evet, bir yazı ustanız olsaydı onunla çalışıyor olsaydınız çok iyi olurdu ama, şimdi pek çok iş size düştüğü için, bazı şeyleri karışan görüşen olmadan yapmak durumunda olduğunuz için inanın daha çabuk gelişirsiniz. (Anneleri çalışan çocukların eli yemek pişirmeye veya en azından yiyecek şeyler örgütlemeye daha yatkın olur.)

Ama, önemli bir koşul var : Bu sırada, kendinizi, en yoğun okumalara araştırmalara vermelisiniz. Ki bunu da koşullar-olanaklar elverdiğince yapıyormuşsunuz. Mutlaka notlar tutun kendinize. Öğrendiklerinizden, fark ettiklerinizden özetler, sorular çıkarın, bir kenara yazın. İleride okursunuz, düşünürsünüz. Gelişiminizi görürsünüz.

Gelişiminiz için neler önerebileceğim ise çok geniş bir alan. Gene de deneyeyim.

1. Yoksa, kendinize hemen bir yazım kılavuzu edinin. Ayrıca Türk Dil Kurumu sitesini aşındırın.

2. Media Cat yayınlarından alabildiğiniz bütün reklam, pazarlama yayınlarını alın. Toplu alımlarda indirim uyguluyorlar, izleyin. Marketing Türkiye'nin (Rota yayınları) benzeri yayınlarını tarayın.

3. Hafta sonları Kadıköy meydanı, Beyazıt meydanı ve benzeri yerlerde okunmuş veya indirimli kitap sergileri oluyor, mutlaka avlanın.

4. REM yani Reklamcılık Vakfı'nın İstiklal Caddesindeki merkezine gidin, kütüphaneden yararlanmak istediğinizi söyleyin. Size kitaplığı nasıl kullanabileceğinizi söylesinler. İsrarcı olun. Boş zamanlarınızda gidin, okuyun, yazın.

5. Üniversite mezunu iseniz, okulunuzun kütüphanesinden yararlanmayı tekrar örgütleyin. İstanbuldaki Bogaziçi vb üniversitelerin kütüphanelerine okuma turları düzenleyin.

6. http://ortakdefter.blogspot.com ve http://elmaaltshift.blogspot.com adresli blogları mutlaka izleyin

7. Reklamcılık Vakfının çeşitli 'okul'ları oluyor, katılmaya çalışın.

8. Celil Oker'in Bilgi Üniversitesinde, Kadri Öztopçu'nun Bahçeşehir Üniversitesinde Reklam Yazarlığı derslerine konuk öğrenci olarak gidip gidemeyeceğinizi öğrenin.

Sonra bana gene yazın.

Haluk Mesci

Rumuz: Settarluin "Yaratıcılarca ciddiye alınmamak...'


'Muteber' bir ajansta 2 yıldır müşteri ekibinde görev yapıyorum. Bu sürede ajansımın yerli-yabancı, neredeyse tüm müşterilerine hizmet verdim. Şu anda da çok büyük bir uluslararası markanın müşteri süpervizörü olarak görevime devam ediyorum.

Sektörde bulunduğum bu kısa sayılabilecek sürede beni endişelendirmeye başlayan bir düşünce kafamı uzun zamandır meşgul ediyor: İşin yaratıcı tarafındaki arkadaşlarım tarafından bir türlü yeterince ciddiye alınmamak ve işimi ne kadar iyi yaparsam yapayım özellikle bazı arkadaşlarım tarafından hep küçümsenmek... Bir keresinde müşteri ilişkilerinin ne işe yaradığının sorulduğunu bile duydum.

İyi konsantrasyonumu, stresle mücadelemi ve reklama olan hevesimi canlı tutabilirsem bir kaç sene içerisinde direktör olacağım ama bu işe verdiğim emeğin özellikle çalışmalarını sunduğum ve mecraya ulaşmasına hizmet ve yardım ettiğim kesim tarafından değer görmüyor olduğu düşüncesi beni çok üzüyor. Elbette bunu umursamamayı ve "Ah, deli çocuklar..." diyerek yaratıcı ekibin birtakım tatlı numarayla kandırılarak iletişilen yüksek egolu fakat küçük EQ'lu insanlar olduğunu düşünerek kendimi kandırma yolunu da seçebilirdim; oysa hem metin yazarı, hem de sanat yönetmeni olan bazı istisnai insanların işime ve çabalarıma gösterdiği büyük saygıyı da görerek çoğunluktaki kişilerin tutumlarını anlamaya çalışmaktan vazgeçemiyorum.

Üzgünüm. Sektörde ciddi anlamda saygı görmek için yaratıcı olmak zorunda olmadığımı duymak istiyorum.

*****************************************************************
Hmm ! Sektörde herhalde en sık duyulan sıkıntılardan biri sizinki. Müşteri İlişkilerine bakan kişilerin, özellikle yaratıcı bölüm elemanları tarafından küçümsenmesi, aşağılanması.

Duralım ve çok yönlü bir durum değerlendirmesi yapalım : 'Yaratıcı bölüm' çalışanları, ‘müştem’ kısaltmasının dil ve anlam yapısında dahi için için var olan bu küçümsemeyi, birkaç nedenden ötürü yaparlar.

- Kendi tembelliklerini, sığlıklarını örtmek için baskın çıkmak üzere
- Yaratıcılığın ne olduğunu bilmedikleri için zırvaladıkları şeyler satılamayınca kızdıkları zaman
- Müşteriyle yaratıcılığın ne olduğu konusunda fikir birliği olmadığı için işler geri döndüğünde
- Yaratıcı strateji üzerinde müşteriyle bir ön anlaşma sağlanmadan çalışmalar yaptıklarında
- Yaratıcı ekip – müşteri ilişkileri arasında takım veya ortaklık ruhu olmadığında
- Müşteri temsilcileri müşterinin taleplerini, yanlış veya anlamsız olduğunu bile bile, körü körüne dayattırdığında
- Müşteri temsilcileri gerçekten kötü olduğunda ve olmakta inat ettiğinde
- Müşteri ilişkileri tarafı, yolun başında, ortasında, sonrasında meramını .iyi anlatmadığı için
- Müşteri gerçekten kötüyse veya müşteri tarafındaki insan malzemesi esasen kötü ruhluysa

Listeyi uzatmak mümkün. Ama özetle, işin içine

- Yaratıcılığın hesap verebilir olmasının gerekliliği
- Bunun için sektörte ve/veya ajansta ortak / kabul edilmiş bir inanç bulunmasının gerekliliği
- Planlamanın her şey olduğu

gibi noktalar giriyor.

Bence, herhangi bir reklam sektörü çalışanının, önce kendi arkadaşlarınca, müşterisince, daha sonra da meslektaşlarınca ‘ciddiye alınması’ için yapması gereken, görüş, eleştirileri ve önerilerini olabildiğince her sefer sağlam kaynaklara dayandırması; bu kadar kesin kaynaklara ulaşılamıyorsa, en yakın referanslara başvuruması. Bu da, bilgili, öğrenmiş olmayı gerektiriyor. O ise, çok okumayı, çok düşünmeyi, yazmayı, tartışmayı...

İşine ve ekip arkadaşlarıyla çalışma ilişkilerine böyle yaklaşan bir müşteri ilişkileri elemanı, ukalalaşmadan, malumatfuruş hale gelmeden, yaratıcı ortaklarının işini kolaylaştırabilir, güçlendirebilir, yeni ufuklar açabilir. Dahası, yaratıcı yoldaşlarını daha iyi anlayabilir. Onlarca daha iyi anlaşılabilir.

Kült olmuş bir sürü reklamların arkasındaki efsanevi reklamcı Bill Bernbach’ın esasen müşteri ilişkileri tarafından geldiğini unutmayalım. Onun, yaratıcı elemanlarca küçümsendiğini hiç sanmıyorum.

‘Saygı görmek için yaratıcı olmak zorunda olmamak’ çok ilginç bir cümle aslında.

1) Evet, saygı duyulmak için illa ki ‘yaratıcı’ bölüm elemanı olmak gerekmiyor.

2) Hayır, yaratıcı olmak zorundasınız : Yaratıcılık sadece yazı yazmak veya grafik yapmak demek değil ki ! Yaratıcılık temelde kişinin çevresiyle ve aklıyla ilişkisini ilgilendiren bir durum. Ve insanları hayvanlardan ayıran en önemli özellik. Herkeste var. Az ya da çok. Kişinin fark ettiği veya etmediği.

Moralinizi yükseltin. Siz ev ödevinizi ve işinizi iyi yapmak için bütün gücünüzle ve varlığınızla asılın. En başta kendiniz için böyle yapın bunu. Sonuçta, orada olmazsa bile, bir başka ajansta, sizi bağrına basacak, kader birliği yapıp ortak onur duyulacak işler çıkartacağınız birileri çıkacaktır.

Haluk Mesci

Pazartesi, Ağustos 01, 2005

Rumuz 'Reklamcı' : "Umudum bu aralar sıklıkla kırılıyor" [Daha önce, küçük bir farkla, Media Cat dergisinde yer aldı]

Sektörde yaklaşık 10 senedir bulunan, irili ufaklı bir çok reklam ajansında görev almış bir "reklamcı"yım. İşimi "reklam" olarak gördüm ve işimi kapsayan tüm kolları en iyi şekilde icra etme gayretine dört elle sarıldım. Ünvan olarak "çizer" takımından yer almakla beraber,"yazar" kısmına da uzak durmadığımı söyleyebilirim.

-Belki de şanslı bir azınlıktan olarak- işyerimde mutluyum ve son derece açık fikirli bir "patronum" olmasına rağmen, gene de iş müşteri tarafından kilitlenebiliyor. "Ya yapalım istediklerini geçsin gitsin işte" anlayışı ne zaman bu kadar hayatımızın içine girdi ? "Ne uğraşacam abicim, bi önceki işi çakar, yazısını değiştiririm"ne zamandır bir işleyiş biçimi oldu.

Ödül kazanarak –affınıza sığınarak- meslektaşlara karşı kişisel masturbasyon yapmak ne zamandır "ödüllük işler" diye bir kategori oluşturarak gerçekleşir oldu ?

Herkes RY olmak istiyor. En alakasız sektördeki adam bile "Benden çok iyi reklam yazarı olur" diyebiliyor. Karşınızdaki cahil de değil ki "Cahil cesareti" diyelim. Ben reklamcı olarak kendimi çok iyi görüyorum ama bir reklamın bodycopy’sini benden kat be kat iyi yazabilecek, görsel yerleşimini çok çok daha iyi sunacak insanların olabileceğini unutmuyorum ve bu yüzden de sürekli okuyorum, araştırıyorum, izliyorum.

Geçenlerde işyerimde eleman alımları vardı. "Ben grafiker değilim, grafik tasarımcıyım" diyen güzel sanatlar mezunları gördüm. Yazık o sanatlara. Bilgisayar operatörü kavramı kalmadı. O işe bakana "grafiker" denir oldu. Jr.Art Director kalmadı, onun yerine "grafik tasarımcı" geldi. Reklam yazarları, bir kurumun basın bülteni geldiğinde, "Bunu da mı ben yazacağım?" der oldu.

Ve en acısı da, dile yabancılaştık. Bu ingilizcenin sebebi nedir birisi bana açıklayabilir mi ? Ben neden "art director"üm. Bu dergi neden "Mediacat" ? Yani terminoloji, ulusal terimler, eyvallah. Ama bu kadar da konuşma ve dil fakirliği. Ulus olarak derdimizi anlatamaz olduk. Eskiden Sn. Süleyman Demirel ile dalga geçilirdi, "2 saat konuşup hiçbirşey söylemez" diye. Ne farkımız kaldı ? "Mmmm, şeeyyy, aaaeee" lerden geçilmez oldu. "Çok eğleniyoruz"lar yerini "Yıkılıyor" a bıraktı…"Çok yakışıklı/güzel olmuşsun" yerini "Manyak olmuşsun aaabi"ye…. Ben en son ne zaman bir yer ile ilgili "Mükemmel, muhteşem, çok etkileyici" gibi tanımlamaları çevremden, Mehmet Ali Birand'ın tabiriyle,"sokaktaki adamdan" duydum hatırlamıyorum. İş ve hayatın ana dişlilerinden biri, belki de en önemlisi olan bu sektörde eğer ben "ge-ne-ce-te-re-ke-ce-le-le" gibi bir slogan duyuyorsam, belki de bu haykırışlarım çok da mantıklı değil. Bu arada amacım bir kampanyayı kötülmek değil ama, örnek verdiğim işe bakılırsa, konusu olduğunda "Tamam işte abi, hedefi 12'den vuruyor" olarak kabul gören bir işin hedefe verdiği zararın kim farkında acaba ?

Ve dile sahip çıkamayan kitleler yüzünden, yaratıcılığın önü belki kesilmiyor, ama bariyerler giderek çoğalıyor. Derdini anlatamayan yazarlar, işlerini, derdini anlatamayan müşteri temsilcilerine veriyor. Onlar da gidip dertten anlamayan müşterilere bunu sunduklarında, müşteri de kendi istediğini söylüyor. Ve dile hakim olmayan o müşteri temsilcisi, işini anlatamayan yazardan aldığı işi tabii ki savunamıyor ve bir iş daha çöpe gidiyor…

Benim nezdimde gerçekten yetenekli çocuklar istedikleri yerlere ulaşamıyorlar zira piyasada o kadar çok –gene affınıza sığınarak- yeteneksiz adam var ki. Yeteneksizden kastım da şu, yukarıda verdiğim örneklerdeki gibi, özgüveni artık özgüven olmaktan çıkmış, gerçekten konu hakkında hiçbir bilgisi olmayan ama bu işe "yeteneği" olduğunu savunan kitleler.
Bu bir iş ! Bizim işimizde yetenek dediğimiz kavramın sözlük karşılığı hızdır,
o kadar. Yetenek size daha yaratıcı olmayı sağlamaz, daha "hızlı" kavramayı, daha hızlı çözüm üretmeyi sağlar. Yetenekli olarak atfedilen bir insan benim gözümde "hızlıdır". Yaratıcılık zekadan gelir. Ve akıl ile zeka iki ayrı şeydir. Ne acı ki benim cinnet vatanımda "hard disc drive" ile "RAM" arasındaki farkı anlayan insanım, akıl ile zekanın aynı böyle iki ayrı özellik olduğunu algılayamıyor ! Ve yeteneği daha da hızlandıran öğelerin toplamına da "birikim" derim ben…Birikimsiz bir insan nasıl olur da ortaya çıkıp "Ben yetenekliyim" der ?!?!

Okuyun diyorum sektöre meraklı ve gerçekten istekli arkadaşlara..Ama öylesine yanlış bir beyin yıkama var ki, bana hemen cevap geliyor" Okuyorum zaten,mediacat yayınları,reklamcılık kitapları,vs..vs.."…İyi de ben onlara "reklamcılık kitapları" okuyun demiyorum ki. Okuyun diyorum. Tuvalete girdiğinizde omomatik kutusunu okuyun, inceleyin. Basamakta nasıl durursak otomatik kapı çarpar bunu düşünün... Ama bilemiyorum. Gerçekten umudum bu aralar sıklıkla kırılıyor.

İlk fırsatta bu ülkeden gitmeyi düşünür oldum. Ki ben ciddi milliyetçi bir bünyeyimdir ama. Gerçekten bir gelecek, bir ışık göremez oldum. Kristal Elmalar, o törenlere gelenlerin hali tavrı, işler. O kadar yapmacık gelmeye başladı ki. O yarışmalarda gerçekten gecelerce çalışılmış işler ve "Kadıköylünün Gazetesi"nde bir defa çıkmış "yarışmalık çalışmalar" aynı raflara konuyor.

Biraz dolu ve sinirliyim bu konuda. İstemeden agresifleşiyorum. Ben sadece işime aşığım ve bu işi yapmak için dünyaya geldiğine inanan bi adem oğluyum.


* * * * *


Hmm. Yorum yok, gözlem var : Yazdığınız için özellikle teşekkür ederim. Sektörle ilgili yakınmalarınız bir kesim reklamcının ortak kaygılarını yansıtıyor. İyi niyetli biri izlenimi veriyorsunuz, yazar olmadığınıza katılıyorum : Hızlı yazmışsınız, dönüp redaksiyon ve düzeltme yapmamışsınız, metinde düşüklükler ve güncel türden yanlış kullanımlar, yazım hataları var. Bu konuda, naçizane iğne-çuvaldız öneririm. Bir de, ‘niye İngilizce ?’ ise, niye İngilizce rumuz ? Hmm ?

Haluk Mesci

(NOT : Bu arkadaşımız daha sonra yazıp uyardı, 'ben İngilizce rumuz seçmemiştim, o benim yabancılarla yazışırken kullandığım e-mail adresim' dedi. Kendisinden burada özür diliyorum. Gerçekten de, mesajında bir yerlerde atlamışım rumuzunu...)